“...Kendi kültürümüzü baştan tanımlamamız gerekiyordu. Yalnızca müzikal anlamda değil; 60’ların sonunda Almanya’daki tüm sanatçılar aynı problemle karşı karşıyaydı. Yazarlar, yönetmenler, ressamlar… Hepimiz yeni bir lisan geliştirmek zorundaydık...”
Almanların İngiliz müziğine alaycı şekilde yarattıkları alternatif alt-kültür "Krautrock", elektronik müzikte çoğu şeyin öncüsü olmuş albümleri, 'new wave' türünün bile çok çok erken bir vakitte içinde, 80'lerde, o gruplara ilham verebilecek albümleriyle, bir ışık, renk ve kılavuz Kraftwerk.
Henüz çok küçük yaşlarda Düsseldorf/Almanya'ya, onların oradan geldiğini, hatta kullandıkları dilin ne olduğunu bile bilemiyorken Kraftwerk ile bir kalp bağı kurmuş, yaptıkları nişliğin ne kadar farkında olamayacaksam da, özel hissettirdiğini açıkça söyleyebilirdim.
Ralf Hütter ve Florian Schneider ikilisi, yarattıkları bu müzikle; ağzı süt kokan, toy ve dünyaya yeni tırmanan bana, küçük çocuğa sonsuz cömertliğiyle katılmıştı.
Schneider'ın 2008 yılında gruptan ayrılmasına kadar ikili tarafından yönetilen Kraftwerk, albümlerinin genelinde kendi seslerine eşlik eden, 'vocoder' yardımıyla ve kendi seslerini kullanamadıkları vakitlerde de bilgisayar tarafından oluşturulmuş sesleri kullandılar. Robotik ve dijital bu seslerin en çok hangi kişileri etkileyebileceğini az çok tahmin edebilirsiniz.
Diskografilerinin çoğunluğu 80' öncesi dönemde çıkmış albümleriyle tamamlansa da, ikili konser konseptiyle, 80' sonrasında da yıllarca dinleyicilerine, hayranlarına seslenmeyi becerebildi.
İlk albümleri kendi grup isimleriyle, 1970 yılının ilk yılında "Kraftwerk" olarak, ardından 2 sene sonra yine kendi grup isimleriyle "Kraftwerk 2" albümleriyle piyasaya avangart şekilde girdiler.
Bahsettiğim albümler elbette kendi girişleri için, elektronik müzik için çok parlak ve keyifliydi ancak 74'e gelene kadar, "Autobahn" albümünün çıkışıyla, parlaklık ve keyif tamamıyla 'Otoban' albümüne kaydı. Kabul edilebilir ki; albümün daha ilk parçasının yenilikçi elektronik enstrümanlar kullanımıyla, daha sentezlenmiş bir sese doğru geçişin habercisi oluşu bu farkı yaratmıştı.
Akabinde, 1975'te "Radio-Activity" ile, üretkenliklerini çok başka seviyelere getirmeye, kendilerinin bile şaşırdıklarını düşündüğüm (deneysellikleri yüzünden) ham bir gruba dönüştüler. "Radio-Activity" radyo dalgaları ve iletişim temalarını araştırarak, bunların müziğe kavramsal olarak yaklaşımlarını genel hatlarıyla müziğe vurgulayarak çıkarttıkları çok ucube bir iş. Ucube diyebiliyorum zira böylesine bir müzik yaratabilmek, öylesine zor ve eski bir dönemde sadece kaçıkların ve kendilerini gerçekleştirebilmeyi kafaya takmış insanların işi.
2 yıllık küçük bir aranın ardından, nispeten daha az ilgi gören, beğenilen ama tüm bunlara rağmen cover'ları bulunan 77' yapımı "Trans-Europe Express" ve 1978'de en az "Autobahn" ve "Radio-Activity" kadar özel mi özel albüm, "The Man-Machine". bahsettiğim robotik sesleri bir temalayla birleştirerek ikonik olan bu albüm, Kraftwerk'in insan ve makine birleşimini örneklendirerek elektronik müzik ortamında sade hiçbir şeyin, basitliğin bizde olmadığını dillendirerek söyleyebilecekleri bir gruba evrilişlerinin albümleri oluyor…
Bir şeyleri ön görebilme, öncüsü olabilme dendiğinde Kraftwerk'in insan elinden çıkmadığını, Alman ultra-mega endüstrisinin bir ürünü olduğunu hatta ve hatta grup üyelerinin de o robot sesleri hiçbir makine olmadan kendi ses telleriyle çıkarabildiklerini düşünüyorum.
İşte, müziğin, bir janranın öncüsü olabilme, insana insandan çıkmayacak işleri hissettirmeyi unutturan bir takım kabiliyetli, onlardan başkaların belki de yapamayacağı disiplinlerle mümkün. Kraftwerk bu kabiliyeti bize sunmuş olanlardan.